Haftaya Bakış (295): İmralı tutanaklarına ne oldu? | CHP'de yeni dönem | Muhalif medyanın durumu

05.12.2025 medyascope.tv

5 Aralık 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘‘Haftaya Bakış’’la karşınızdayız. Yine Kemal Can’la haftanın öne çıkan konularını konuşacağız. Kemal, merhaba.
Kemal Can: Merhaba.

Ruşen Çakır: Önce şu İmralı görüşmesinin tutanaklarıyla başlayalım. Esrarengiz bir olay oluyor. Şimdi öyküyü en baştan almayalım, CHP kısmını bir kenara koyalım. Sonuçta üç katılımcı, yani heyetten üç kişi özet çıkartıp imzalamışlar.
Kemal Can: Tutanak altına alınmış 16 sayfalık bir şey var.

Ruşen Çakır: Evet. Bir de, biliyoruz ki devlet, herhâlde Milli İstihbarat Teşkilatı, her şeyin ses kaydını almış. Ama onlar o ses kaydını değil de kendilerinin tuttukları ortak tutanağı veriyorlar. Sonra Numan Kurtulmuş ondan türetilmiş kısa bir metni okuyor. Bu arada, o üç milletvekilinin hazırladığı tutanağın okunması, daha önemlisi de tüm kaydın paylaşılması gibi öneriler de reddedilmiş. CHP'liler, yanılmıyorsam Sezgin Tanrıkulu itiraz edince, AKP’li birisi, “Gelseydiniz” demiş. Hatta sonra tekrar bir gerginlik olmuş. Ve sonuçta ortada okunan şey de ‘miş’li geçmiş zamanla yapılan, aslında olayın özünü çok aktaran bir şey değil. Şimdi olayın özü derken ortada ne var elimizde? İlk olarak Şamil Tayyar'ın söylediği birtakım şeyler var. Ama esas olarak, Gülistan Kılıç Koçyiğit, önce Mezopotamya Haber Ajansı'na verdiği röportajda, şimdi de T24'te Cansu Çamlıbel'e verdiği röportajda bayağı tafsilatlı anlatıyor, detaylara giriyor. Şamil Tayyar'ın verdiği bilgilerin kaynağı ne olabilir? Düşündüm, olsa olsa herhâlde Hüseyin Yayman'dır. MHP'den, yani Feti Yıldız'dan böyle bir bilgi alacağını sanmıyorum.
Kemal Can: Heyetten birisi olduğunu varsayarak yorum yapıyorsun.

Ruşen Çakır: Devletin o detayları vereceğini sanmıyorum. Onlar ses kaydı verebilirler ama mesela Gülistan Koçyiğit’e şöyle davranmış, bunu demiş gibi şeyler, orada bulunan kişilerin ayıbıdır. Ayıp bir şeydi o söyledikleri. Hiç de şaşırmadık tabii. Bir de şöyle bir husus var: Ergenekon döneminin insanlarının, yine bu süreçte de her şeyi bilen insanlar gibi ortaya çıkmaları da can sıkıcı. Bir diğer not olarak şunu da söyleyeyim. Öcalan'la yapılan görüşmelerin tutanakları sızdı biliyorsun ve biz de bunların bazılarını haberleştirdik. Bayağı da etkili oldu ve bence iyi oldu. DEM Partililer rahatsız oldu bundan ve rahatsızlıklarını bizzat dile getirdiler. “Niye yapıyorsunuz? Bunlar çarpıtılmıştır, şudur, budur” dediler. DEM Partililer, Öcalan’la görüşme tutanaklarının, yani Meclis tutanaklarının yayınlanmasını istiyorlar ve şeffaflık lafını telaffuz etmeye başladı DEM Parti. Başta çok yanaşmıyorlardı, biliyorsun. “İşler yürüyor. Toplumsallaşmaya gerek yok” diyorlardı. Şimdi şeffaflık noktasına geldiler ve birinci aşama, ikinci aşama diye bir şey söyleniyor. Şimdi yasal düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Daha o geçiş sürecine girerken, herkesin rezervleri çıkıyor ortaya. Devlet tarafının rezervleri, Kürt hareketinin rezervleri, bir de üçüncü olarak, CHP dâhil olmak üzere… Başlangıçta, CHP dışarıda, üç parti birlikteydi. Şimdi MHP ile AKP arasında birtakım farklılıklar var, ama neredeyse belli bir yerde buluşuyor gibiler. DEM Parti kendisini onlardan biraz ayrıştırmaya başladı. Ama tek başına ne yapabilir tek başına? Bir şey yapamaz. Çok garip bir andayız şu anda, ama ben bunun devam edeceğini düşünüyorum. Çünkü uzun bir süreçten bahsediyoruz. Bir yılı aşkın bir sürede ancak buraya gelebildik. Bu tempoyla giderse, biz daha yıllarca bunu yaşarız sanki. Karşılıklı güvensizlik nedeniyle, herkes adımın karşı taraftan atılmasını bekliyor. Ve tabii burada kendisini güçlü gören, bunu empoze edebileceğini düşünüyor. Böyle bir durumdayız.
Kemal Can: Şimdi işin birkaç yönü var. Sen, “Kronolojiyi çok geriye taşımadan bugünü konuşalım” dedin ama, kaçınılmaz olarak gidişatına bakarak bugünü anlamak mümkün. Sürecin kendisinin bir yılı aşkın bir hikâyesi var. Ama hadisenin, bu tür süreçlerin bir geçmişi var, burada rol alan aktörlerin bir müktesebatı var. Bütün bunları beraber düşünüp, beraber tarttığımızda çıkan resim bana şöyle geliyor: Evet, dediğin gibi çok su kaldıracak bir mesele ve hep kritik aşamalardan bahsediliyor. Bence önemli kırılma noktalarından birisi, bu şeffaflık talebi gibi konuların da gündeme gelmesinin nedeni, benim birkaç haftadır tekraren söylemeye çalıştığım gibi, bu süreçle ilgili meselenin bu bir yılının en önemli taraflarından birisi, sürecin kontrolü üzerine yürütülen mücadeleydi. Yani, iktidar cephesindeki ‘’Bahçeli-Erdoğan çatlağı’’ diye tartışılan şey de, devlet aklıyla siyasal pragmatizmin buluştuğu noktayla ilgili tartışmalarda da, dâhil olan aktörlerin, hatta bölge dinamiklerinin etkisi de hep, “Bu süreç hangi gerekçelerle ortaya çıktı? Nereye doğru ilerleyecek ve bu ilerlemenin ritmini, biçimini, hızını kim belirleyecek?” sorularına dayanıyordu. Bütün mesele bunun üzerine. Şimdi bir yandan böyle kritik aşamalar geçildi, zaten mutabık kalınmış aslında. Yani süreç içerisinde mutabakat oluşturulmuş şeyler değil. Bu izlediğimiz, ‘’çok önemli gelişme’’ diye bildiğimiz, konuştuğumuz her şey aslında zaten tamam olmuş, mutabık kalınmış ve takvime bağlanmış biçimde işledi. Orada bir mesele yok. Ama bunun bir süreç olarak nereye doğru varacağı, nereye doğru ilerleyeceği konusundaki belirsizlik, burada yer alan aktörlerin öncelikleri ve tercihleriyle ilgili olarak sıkı bir mücadele hâlinde yaşandı. Dolayısıyla, mutabık kalınmış adımlar, kritik eşikler, neredeyse açıklanan ilk takvime uyarak tıkır tıkır gerçekleşti. Ama işin daha toplumsallaşan, siyasallaşan ya da toplumsallaştıracak, siyasallaştıracak yönü, kimileri için ikinci aşama, kimileri için işin özü, kimileri için ‘’şu anda konuşulması lüzumsuz’’ diye değerlendirilen ve Öcalan'ın açıklamasının dip notunda rahmetli Sırrı Süreyya Önder'in tarif ettiği mesele. Asıl kilit burada. Dolayısıyla, bu işin açık olup olmaması, şeffaf olup olmaması, burada yer alan aktörlerin inisiyatifinin veya sürecin, genel olarak siyasete ve topluma açılması meselesi bu anlamda kritik. Yoksa öbür mutabakatlar zaten muhatabıyla çözülmüş ve muhatabıyla halledilerek ilerlenmiş şeyler.
Kapalı pazarlıklar, alışverişin bazı nedenlerle daha kolay olması için tarafların kapalı olmasını tercih edeceği alanlarda cereyan eder. Bu, çok açık. Bu da o meşhur, ‘’Salam, sosis imalatı açıkta yapılmaz’’ metaforuyla anlatılır. Çünkü tâbir yerindeyse, çirkin birtakım pazarlıklar geçecekse, bunun kamuoyu önünde olmaması, taraflara avantajlar sağlar. Ama her türlü kapalı pazarlık, müzakere, zayıf olanın aleyhinedir. Güçlü olan, kapalı süreçleri tercih eder. Çünkü kapalı süreçleri dışarıya yansıtmayı kontrol ederek, süreci bir süre sonra kontrolüne alır. Bugün karşı karşıya olduğumuz şey, Erdoğan'ın ve iktidarın, sürecin en nazlı, en mesafeli, en ketum aktörü olan Erdoğan'ın, neredeyse süreci dışarıya yansıtmanın bütün aşamalarını kontrol eder hâle gelerek, sürecin kontrolünü aldığı bir aşamaya geldiği. Ve bu, başta, “Çok da açık olmasa bu işler” diyen herkes, böyle olmadığı zaman, “Bizim elimizde hiçbir şey kalmıyor. Hiçbir gücümüz, hiçbir pazarlık şansımız olmuyor” diyor. Çünkü o sürecin dışarıya yansıtılma biçimini tamamen iktidar belirliyor. Bunun en çarpıcı örneği, neredeyse laboratuvar şartlarında başından sonuna kadar her aşamasıyla işlenmiş örneği, İmralı görüşmesi oldu. İmralı görüşmesinin gündeme getirilişi, İmralı görüşmesinin Meclis gündemine alınması, İmralı görüşmesi konusunun kapalı yapılması, gidecek heyetin yaptığı acayiplikler ve ondan sonra uygulanan sansür. Aslında normalde Meclis Komisyonu var; Meclis Komisyonu’ndan birileri gitmiş, birileri gitmemiş, ama neticede Komisyon görevine devam ediyor. Komisyonu temsilen üç kişilik bir heyet gitmiş. Buradan ne beklenir, doğal olan nedir?

Ruşen Çakır: Gelip anlatırsın.
Kemal Can: Gelip, komisyonun diğer üyelerine bilgi ver. Kamuoyunu geçtim, Komisyon’u bile ertelediler, onu bile engellediler ve hâlâ da yapılmadı bu.

Ruşen Çakır: Yapılmayacak. Bitti, kapatıldı.
Kemal Can: Dolayısıyla o da geçti. Şimdi imza altına alınmış 16 sayfalık bir metin var, ki o da bir özet aslında ve o özet de açıklanmıyor. Kimin yaptığı belirsiz ve manipülatif bir özet servis ediliyor.

Ruşen Çakır: Özetin özeti.
Kemal Can: Ama özet sadece bazı şeyleri dışarıda bırakarak hazırlanmış değil. ‘’Şu niye yok, bunu niye yok?’’ diyeceğin özetler vardır, bazı taraflar konulmamıştır. Bu özette bundan fazlası var. Bu özet, belirli bir algıyı ve düşünüşü oluşturmak için kurgulanmış bir özet. Bu özeti okuduğunda şöyle bir resim çıkıyor: Öcalan, neredeyse 25 yıl önceki gibi, bir meclis heyetinin karşısında sorgulanıyor ve büyük ölçüde de Suriye konusunda sorgulanıyor. “Suriye'de de burada yaptıklarını yapacak mısın?” sorularına muhatap oluyor. Ve bu özetle, iktidarın kamuoyuna vermek istediği resim, ‘’Biz muhatap almış olabiliriz, ama biz kendi istediklerimizi yaptırmak için ona bu muhataplığı veriyoruz’’ resmi. Ama şimdi Gülistan Kılıç Koçyiğit'in anlattıklarından anlıyoruz ki, Öcalan, Suriye konusunda, evet, özette yer aldığı gibi şeyleri söylemiş, ama başka bir şey daha söylemiş.

Ruşen Çakır: ‘’Dükkân sizin’’ dememiş.
Kemal Can: Öcalan Türkiye ile ilgili demokratikleşme faslına girdi mi, girmedi mi, onu bilmiyoruz. Çünkü biz asıl neyi biliyorduk? Öcalan daha önceki tutanaklardan aktarılan bilgilerle, Medyascope’un da yayınladığı tutanaklarda, “Ben bu demokratik entegrasyon projemi Komisyon’a anlatacağım,” diyordu. Ama şimdi Komisyon’un gelen özetinde bir demokratik entegrasyon programına dair bir anlatı yok.

Ruşen Çakır: Konuşulmuş, konuşulmuş.
Kemal Can: Ama özete girmiyor. Şimdi buna ne kadar girilmiş bilmiyoruz, bu bir muamma. Ama özet bize, günlerdir, haftalardır iktidar mahfillerinden yayılan, hatta bazı Külliye danışmanlarının yazılarına konu olan, ‘’Aşamalı şey. Şimdi onun sırası değil. O şey sonraki iş. Şimdi başka bir şey yapıyoruz, onu sonra konuşacağız. Birinci aşama bittikten sonra öyle bir aşama konuşulur’’ gibi şeyleri doğrulayan, onu destekleyen bir resim çiziyor. Dolayısıyla, İmralı görüşmesinin kurgulanışına, gerçekleşme biçimine, içeriğine ilişkin yansıtılanların hepsine baktığımızda, aslında bir yıllık sürecin içerisindeki taktik manevraları, bu işin nasıl kotarılmak istendiğini, hangi aktörlerin nasıl enstrümanları kullanarak süreci nasıl kontrol etmeye çalıştığını gayet net görüyoruz. Bunun etrafına Bahçeli'nin, “Ben giderim” çıkışını, CHP'nin gitmeyişini yerleştirebilirsin. Bunları da koyduğun zaman, neredeyse bütün aktörlerin bu süreç içerisinde ve süreç çevresindeki pozisyonlarını kristalize eden bir örnek olay yaşadık.

Ruşen Çakır: Orada şöyle bir mesele var: Bahçeli deyince aklıma geldi.  Bahçeli, Türkgün’deki röportajın ilk bölümünde ne dedi? Bence en önemli lafı, “Gemileri yaktık” lafıydı. Senin anlattığın, dediğin bu olaylar, yani iktidarın, özellikle Erdoğan'ın her şeyi kontrol altına almış olması ya da öyle bir hava yaratması, Öcalan'ın neredeyse bir özne değil de bir emir kulu gibi gösterilmeye çalışılması neye dayanıyor? ‘’Bizim dediğimizi yapmazsanız bu iş olmaz’’ demeye dayanıyor. Tamam, ama Bahçeli'nin “Gemileri yaktık,” lafını düşününce, onun da, başka birçok kişinin de söylediği, “Bu saatten sonra geri dönmenin bedeli çok ağır olur” tespiti, ki ben de buna katılıyorum. Türkiye, iki yıl önceki Türkiye değil artık, bir şeyler açıldı, saçıldı.’ ‘Yok, biz eskiye dönüyoruz’’ dediğin zaman… Mesela geçen çözüm sürecinin sonrası çok kanlı olmuştu, çok kötü şeyler yaşanmıştı. Şunu söylemeye çalışıyorum: Tamam, iktidar en azından bir imaj vermeye çalışıyor. Ama, ‘’Gerekirse bitiririz. Olmuyorsa, bizi dinlemiyorlarsa… Suriye'de dediğimizi yapmadı, YPG'yi dağıtmadı, o zaman bu iş biter’’ deme lüksü yok. Olabilir, böyle bir ihtimal var. Ama bunu dediği andan itibaren, bunun faturası tüm Türkiye için, bütün taraflar için çok ağır olur. Bahçeli’nin ‘’Gemileri yaktık’’ lafını bir veri olarak aldığımızda, ben şöyle görme taraftarıyım: Şu anda devlet, başında Numan Kurtuluş’un olduğu Meclis Komisyonu var ve her şeyi kendileri yapıyorlar. Kaydı devlet tutuyor. İmralı’ya üç kişi gidiyor, üç kişiden ikisi zaten Cumhur İttifakı’ndan. DEM Parti tek başına gitmiyor. Zaten Öcalan aracılık dışında DEM Parti'ye çok fazla bir şey yüklemedi. Böyle bir durumda gidiyorsun. Ama diğer taraftan, zaten son dönemde Kandil'den şuradan, buradan, “Ne oluyoruz?” açıklamaları geliyor. O olay böyle sunmaya çalıştıkları gibi değil.
Bir diğer husus da şu: Geçen gün Hatem Ete ile yaptığımız yayında https://medyascope.tv/2025/12/03/hatem-ete-ile-soylesi-chp-oylari-yuzde-40a-yaklasiyor/ da konuştuk; PanoramaTR'nin yaptığı araştırmada, insanların %48’i, kayyum iade edilsin konusuna ‘’evet’’ demiş. Ama sonra iş, mesela PKK'lıların affı ya da Öcalan'ın şartlarının iyileştirilmesi gibi hususlara geldiği zaman, destek %15, 20 civarına düşüyor. Zor iş yani. Çünkü şimdi tam o aşamaya geçmek üzereyiz, onlar konuşulmaya başlanacak. Tamam, örgüt silah bırakıyor, kendisini feshediyor. Bu insanlar ne olacak? Topluma entegrasyondan söz ediliyor. Nasıl olacak? Kim olacak? Bahçeli'nin söylediği, “Suça bulaşmamışlar gelsin” lafı bir girizgâh. Kamuoyunun ona bile çok razı olacağını sanmıyorum. Sonuçta tabii ki siyasetçi kamuoyunun her dediğini yapmaz. Bir de Erdoğan'ın çok ciddi bir toplumsal destek sorunu var. Giderek eriyen bir seçmen kitlesi meselesi var. Bütün bunları düşündüğümüz zaman gerçekten kritik bir aşamadayız. Ama yine söyleyeyim: Tamam, devlet bunu yapıyor, Erdoğan bunu yapıyor, ama bu iki taraflı. Öteki öznenin ne yapacağı, nasıl hareket edeceği de önemli. Şu hâliyle gerçekten çok ince bir noktadayız. Mesela, en son İmralı heyeti gittiğinde, darbe mekaniği ile ilgili açıklamalar aldılar, onu çok merak ettim. O görüşme bence kritikti. Mesela, DEM’in yarın ve pazar günü yapılacak olan uluslararası toplantısına, İlham Ahmed’in gelmesi bekleniyordu. Ama Barzani olayından sonra onu yapabilmeleri mümkün değil. Online bağlanacakmış galiba, ki o bile bir şey. Böyle birtakım hareketleri göreceğiz.
Ben açıkçası, İlham Ahmed'in ve hatta Mazlum Abdi'nin, çok da zaman geçmeden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yetkilileriyle fotoğraf vereceğini düşünüyorum. Bu fotoğraf verme, değişik yerlerde, değişik pozisyonlarda olabilir. Zaten görüştüklerini biliyoruz, ama fotoğraf vermeden görüşüyorlar. Ankara o meşrûiyeti tanımadı. Mesela özellikle İlham Ahmed'le görüştüklerini biliyoruz, kendileri de zaten kabul ediyor. Türkiye topraklarında olması, Ankara'da olması ve hele onların bekledikleri gibi, İmralı'ya gidilmesi gibi olaylar olursa, birtakım işlerin hızlandığını görebiliriz. Ama şu anda o kilitlenme hâli var ve şimdi iktidar birtakım hamleler yapıyor. Aslında yaptığı hamlelerin hepsi örtme hamlesi, değil mi? Tutanağı ört, Öcalan'ın dediklerini kısmen ver, kısmen verme, tevil yoluyla aktar filan. Ama öteki tarafın ne dediğini ne yapacağını şu anda bilmiyoruz. Onlar da böyle, "A, tabii aynen böyledir” demiyorlar.
Kemal Can: Evet, kritik bir aşamadayız. Bir kilitlenme var ve herkes buradaki pozisyonunu korumak için, taktik alanda net pozisyonlar almadan durumu idare etmeye çalışıyor. İktidar tarafı, elinde birçok araç olduğu için, senin söylediğin gibi, perdeleme yaparak ya da manipüle ederek, sürecin nasıl algılanması gerektiği ve sürece dâhil olan aktörlerin pozisyonlarını belirleme imkânına sahip hâlâ. O inisiyatif onun elinde. Bunu güçlendiren başka bir unsur da, senin ‘’diğer aktörler’’ dediğin aktörlerin, bu durumu değiştirecek, hatta bu durumu eleştirecek siyasi pozisyon almaktan kaçınmaları. Komisyon meselesinde içeride de konuştuk; DEM ve Kürt kamuoyu açısından, demin söylediğim gibi, neredeyse sürecin mini özeti gibi olan İmralı paketini ele alırsak, DEM sözcüleri ve Kürt kamuoyu, bu İmralı görüşmesi konusunda neye odaklandı ve neredeyse iki haftadır neyi konuşuyor? CHP'nin aldığı pozisyonu. Ama demin konuştuğumuz çerçevede, İmralı görüşmesinin, bu sürecin hayrına olan bir kritik aşama hâline gelmemesinin en önemli müsebbibi, sence, CHP'nin tavrı mı? Değil.

Ruşen Çakır: Değil. Erdoğan’ın tavrı.
Kemal Can: Ama ne oluyor? O tartışılamadığı için, bu tartışılıyor. Onun gürültüsü yapılamadığı için bunun gürültüsü yapılıyor. Ben geçen haftaki yayında https://medyascope.tv/2025/11/28/altayli-tahliye-edilmedi-ve-imrali-ziyareti-sonrasi-surec-video/ da söyledim: CHP'nin bir tür haksızlığa uğradığını düşünüyorum, ama CHP'nin de şöyle bir tutumu oldu İmralı konusunda. Bir şey söyleyerek değil, bir şey söylemekten kaçınarak pozisyon almayı tercih etti. Bu ayrı bir şey. Bu konuda eleştirebilirsiniz. Ama şu anda süreci kilitleyen şey, CHP'nin o kurucu kodlarına ya da milliyetçi, ulusalcı damarına karşı koyamaması değil. Süreci kilitleyen şey bu değil. Süreci kilitleyen şey ilk aşamada konuştuğumuz gibi, iktidarın ve asıl olarak da Erdoğan'ın bu süreci kontrol etme biçimiyle ilgili. Evet, şu anda imaj seviyesinde, ama imaj şu anda sürecin her şeyi. Çünkü diğer kısmında yapılan şeyler var, onlar yapılıyor. Ama bunun nasıl algılandığı, nereye gideceğini belirleyecek. Onun için bence, hakikaten şeffaflık, ‘’kimi mesele edeceğiz, kimi eleştireceğiz, kimin pozisyonunu, kimin tutumunu tartışacağız?’’ meselesini, sürecin bütün bileşenlerinin de şeffaf olarak ele alması gerekiyor.

Ruşen Çakır: Evet. Şimdi buradan bir mesaj yollayalım. Bence bu tıkanıklığın aşılması için, demin bahsettiğim İmralı ziyaretinin ardından yapılan görüşmenin tutanaklarını biraz sızdırsalar da biraz, bilgilensek diyorum, ama öyle bir şey olmayacak zaten. İstersen CHP'den devam edelim. CHP Kurultay yaptı, tüzükte değişiklikler yaptı. Yeni bir program da çıktı. Parti Meclisi 60'tan 80'e çıktı, yeni isimler var. Firesiz, 24 geçersiz oyla, Özgür Özel'in anahtar listesi hiçbir şekilde parçalanmadı. Özel böyle bir yolda ve “Şimdi İktidar zamanı” sloganıyla, partinin iktidar yürüyüşünü tamamlayacağı seçim sürecine vurgu yapıyor. Biz salı günü Özgür Özel'le röportaj https://medyascope.tv/2025/12/02/chp-lideri-ozgur-ozel-medyascopea-konustu-sarachanede-insanlara-bir-sey-olsaydi-benim-de-sonumun-hapishane-olacagini-biliyordum/ yaptık. Söyledikleri bayağı da okundu, tartışıldı. Özgür Özel’i kendinden emin, ama o sorduğum soruya verdiği cevapla, her an, iktidardan gelecek yeni saldırılara karşı tetikte gördüm. Bir kere, iddianame ortada, mahkeme ne zaman başlayacak bilmiyorum, ama herhâlde yeni yılda başlar. O olacak, başka şeyler olabilir. Bir yandan Komisyon’da durmaya devam ediyorlar; bir yandan da DEM Parti’yle ilişkileri rehabilite etmeye çalışıyorlar. Bir de orada Stockholm Sendromu gibi meseleler de yaşandı. CHP istim üzerindeydi, hep de öyle. Ve en son olarak, PanoramaTR'de, kararsızlar dağıtıldıktan sonra %37'ye yakın bir oy oranı gözüküyor. 31 Mart 2024 rakamını yakalamak olağanüstü bir durumdu. Bunu koruyabilir mi, arttırabilir mi? Özellikle de kararsız seçmenin, “CHP iktidara gelirse ülkeyi yönetebilir mi?” sorusuna olumlu cevap verebilmesi gerekiyor. Şu hâliyle CHP bunun altyapısını kurduğu iddiasında. Yarın ilk Parti Meclisi toplanacak ve orada MYK saptanacak. Bir diğer husus, Cumhurbaşkanı Aday Ofisi ayrı olacak. Bir hafta birisi, bir hafta birisi toplanacakmış. İki karargâhtan yürüyen bir hareket olarak, iktidara doğru yollarına devam edeceklermiş. Özgür Özel çok detaylı şeyler anlattı. Sandık görevlilerini şimdiden saptamışlar, onlar çalışmaya başlamış, böyle büyük büyük rakamlar var, üyeleri seferber etmek vesaire var. “Aslında biz 19 Mart'ta seçim kampanyasını başlattık” dedi ve geriye saymaya başlamışlar. Ne diyorsun?
Kemal Can: İktidarın CHP'ye karşı geliştirdiği abluka saldırısının iki cephesi vardı; pek çok cephesi var da, iki ana cephesi vardı. Birincisi, 19 Mart süreciyle birlikte İmamoğlu ve diğer belediye başkanlarını ve belediye bürokratlarını da içine alacak biçimde bir yargı taarruzu. İkinci ayağı da, biraz bunu da kullanarak, CHP'nin içinden bir iç cephe açmak. Malûm, İstanbul İl Başkanlığı'na kayyum atanması, mutlak butlan tartışmaları, CHP içerisinde bir muhalefet odağı üretme gayretleri, Kılıçdaroğlu'nun iktidar medyası tarafından popülerleştirilmesi gibi bir sürü ayakla, çeşitli enstrümanları kullanarak, ikinci cepheyi de CHP'nin içinde açmaktı. Özgür Özel taze bir genel başkanken, üstelik İmamoğlu’yla arasında da bir kırılma yaratarak, Özel’in, İmamoğlu'ndan vazgeçip kendi adaylığına yürüyeceği söylentileri... Şimdi bu kurultaylar serisi ve senin son Kurultay’da resmini çizdiğin sonuç, bu ikinci ayağın, yani CHP'nin içinden kuvvetli bir cephe açmak, CHP'nin içinde bir nifak yaratmak konusunda iktidar projesinin istediği başarıyı elde etmediğini gösteriyor. Bu vazgeçeceği anlamına gelmez. Başka yollarla, mesela DEM’le ilişki, İmralı meselesinde, milliyetçi partilerle ilişkilerinde hâlâ kaşınabilir birtakım alanlarda açık birtakım tarafları var. Ama ilk aldığı Kurultayı hariç tutarsak, sonraki üç Kurultaydan aldığı sonuç ve son Kurultayın neticesi, çok olağanüstü yeni bir gelişme olmadığında, CHP'nin içerisinden bir nifak çıkartma konusunda yatırım yapılan aktörlerin başlangıç noktasına göre çok daha zayıf olduğu bir yere varıldı. Artık Kılıçdaroğlu, bundan bir sene, iki sene önceki gücünün çok, çok altına inmiş durumda. Yani sahiden bir şey yapmak amacıyla onu kullanacak birileri için de artık çok şey vaat etmiyor. Ayrıca şu da çok net görünüyor ki CHP teşkilatı da, CHP seçmeni de buna açık kapı bırakan bir boşluk vermedi. Hem kamuoyu yoklamalarındaki oy oranının hâlâ direniyor olması, hem Kurultayda ve teşkilatlarda içeriden bir muhalefet dalgası yaratacak bir hareketliliğin olmaması bize hem teşkilat bazında, hem seçmen bazında bu işin çok devamının gelmeyeceğini gösteriyor.
Dış saldırı cephesine baktığımızda, orada da, çıkan iddianame, bütün iddianame öncesindeki gürültüden daha fazla bir şey vaat etmedi. Sorun, inandırıcılık, kamuoyunda anketleri etkileyecek bir yıpranma yaratmak konusunda bir sonuç vermediğini gösteriyor. Ama bence, şimdi iktidarın CHP'ye karşı operasyonunun ana noktası, CHP'yi zayıflatmak, CHP'yi bölmek, CHP'nin oyunu azaltmak çok sonuç alınamayan bir şey hâline geldiği için, CHP'yi yalnızlaştırmak üzerine kurgulanıyor. CHP'yi yalnızlaştırmak nedir? İki cephede birden, yani hem Kürtlerle mesele yaratmak hem ‘’milliyetçi muhalefet’’ diye tarif edilen partiler cephesinde yalnızlaştırmaktır ve orada da yine enstrümanlar bu süreç etrafında şekilleniyor. İmralı ziyareti de onun parçasıydı, onun etrafındaki spekülasyonlar da öyle. Dolayısıyla şu anda iktidarın stratejisi, yine yargı aracını kullanmak, yine CHP içerisinde birtakım şeyler yapmak olacak. Onlardan vazgeçeceklerini söylemiyorum, çünkü, ‘’Böyle yüksek bir yargı meselesiyle üstüne varırsak, biraz da içeriden kışkırtırsak, zaten CHP'nin içerisinde dengeler oynar, onlar kendileriyle uğraşmaya başlarlar ve oyları da düşer, odakları da kayar ve daha zayıf bir aktör haline getiririz’’’ diye varsaydıklarını tahmin ediyorum. Ama o işlemedi. O zaman, CHP oy oranı itibariyle %40'a varmış olsa bile, tek başına seçim alamayacağı iddiasıyla onu yalnızlaştırabildiklerinde, bir sonuç alabileceklerini düşünüyorlar. Şimdi bence iktidarın odağı bu konu olacak ve süreç meselesi, bu konuda kullanılacak en önemli araçlardan biri hâline geliyor. CHP'nin hem milliyetçi seçmen ya da partilerle ilişkileri, hem de Kürtlerle ilişkileri bakımından, o yalnızlaştırma operasyonunun en önemli enstrümanı süreç. Dolayısıyla, süreçte CHP'nin oynayacağı rol ve sürecin içerisinde kalma kararlılığı ve tutarlılığı, bence bu yalnızlaşma sürecinde iktidarın başarılı olup olmayacağını belirleyecek. Bu, önemli noktalardan biri.
Şimdi, diğer tarafına geçersek: CHP’nin, bu Kurultay’la birlikte artık o iç meselesinden ya da kendi içini tartışmaktan kurtularak önüne bakıp, iktidar alternatifi olarak davranmaya başlaması birkaç şeye bağlı; programla, vaatlerle ve iddialarla ortaya çıkması gerekiyor. Bu direnme motivasyonunu, değiştirme motivasyonuna taşıması gerekiyor. Bir de, kadrosuyla ve programıyla, hakikaten başka bir şeyi vadeden, vadetmenin ötesinde, yapabilirliğini gösteren bir resim vermesi gerekiyor. Yani, Özgür Özel'in sana anlattığı, “Biz başladık” dediği seçim kampanyasını, kendileri açısından profesyonel hazırlıktan çıkartıp, kamuoyu nezdinde de, ‘’Sahiden geliyorlar’’ algısına çevirmesi gerekiyor. CHP şu anda, kamuoyunda, kendi seçmeni dışındaki çevrelerde bile, kararsızlar üzerinde bile, direnmesiyle bir etki yarattı. CHP o kadar üstüne gidilmesine rağmen hâlâ diri biçimde kuvvetli bir direnç gösteriyor. Şu anda, CHP'ye oy vereceğini söylemeyenler de bunu fark ediyorlar. Bu önemli ve bu ciddi bir şey. Ama bunun yavaş yavaş şuna doğru gelmesi lazım: Seninle 30 senede defalarca seçim izledik. Seçimin asıl belirleyici unsuru, yani seçmen kanaatlerinin ciddi biçimde değişime uğradığı kilit seçimlerin hepsinde, temel motivasyon ‘‘Bunlar geliyorlar’’ fikrini doğuran tarafın büyük bir alanda avantaj sağlaması. Dolayısıyla, CHP'nin hem hazırlığıyla, teşkilat motivasyonuyla hem kadrosuyla, hem de programıyla bunu yaratabilmesi lazım. Kritik aşama dersen, asıl işleri şimdi başlıyor. Tamam, saldırıyı atlatmak büyük bir başarı. Çünkü büyük bir saldırıyla karşı karşıyalar, ki bu, bitmemiş bir saldırı, ama bunu başka bir şeye çevirmeleri gerekiyor artık.

Ruşen Çakır: Peki, bunu hangi medyayla yapacaklar diyelim ve gelelim kuru fasulyenin faydalarına. Dün Göksel Göksu anlattı. Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu, Merdan Yanardağ'ı ziyarete gitti. Göksel, “Merdan şöyle anlatıyor, böyle anlatıyor” diye aktardı.  Şimdi birden tekrar geldi aklıma. Durup dururken Merdan'ı yine içeri aldılar ve alır almaz da kanalına kayyum atadılar.
Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: Ne olduğu belli olmayan, sözümona bir casusluk operasyonu. Ama sonuçta Tele1 şu anda muhalif kanalların önde gelenlerinden birisi. Daha önce KRT vardı ki o çoktan kapandı zaten. Şimdi Sözcü televizyonu ve Sözcü Grubu’nda da garip şeyler oluyor. Sözcü TV’nin yeni yöneticileri, çalışanlara “Biz muhalefetin sesi biliniyorduk, şimdi sokağın sesi olmak istiyoruz” mesajını iletmişler. Hatırlarsın, NTV’nin değişim zamanında da “Artık daha az siyaset, daha çok hayatın içinden haberler” havası yaratılmıştı. Sözcü’de de bir şeyler değişecek. Zaten bu ‘’muhalif medya’’ lafı, çok hoşuma giden bir şey değil. Sözcü ve bir de Nefes gazetesi var. Benim, onların neye, nasıl muhalif oldukları konusunda çok şüphelerim var. Mesela Sözcü’nün bu çözüm sürecinde izlediği çizgi çok açık. Resmen İYİ Parti, Zafer Partisi sözcüsü gibi. Neyse, ama sonuçta Uğur Dündar bile oradan ayrılmış, Halk TV'ye geçiyormuş. Ama orada bile hiçbir şeyin garantisi yok. Bu arada, Halk TV gazete çıkartacak deniyor Nasıl olacak, nasıl edecek bilmiyorum, yani ilginç. Bir de tabii Fatih Altaylı'ya göstere göstere yapılanlar var. Az önce saydıklarımın hepsi karasal televizyonlar biliyorsun. Ama Fatih Altaylı’nın YouTube kanalı en çok izlenen, en çok ilgi gören kanal oldu. Hapse girdiğinde yaptığı yayınlarda da öyle olmuştu biliyorsun. Şimdi, çok izlenmenin bedelini ödetiyorlar.
Peki, muhalefet nasıl girecek seçime? Dün bununla ilgili bir yayın https://medyascope.tv/2025/12/04/rusen-cakir-yorumladi-muhalefet-secimlere-hangi-medyayla-girecek/ yaptım. İnsanlar, “Medya çok da şart değil” diyorlar. Olmaz olur mu? Tabii ki şart. Ben Özgür Özer'le de bunu konuştum biraz. Miting yapıyorlar, mitingler televizyonlarda yayınlanıyor ve bayağı bir etki yaratıyor. Çarşamba mitinglerini ve hatta hafta sonu il mitinglerini izleyen yüz binlerce, belki milyonlarca insan var. En azından göz atan, kalabalığa bir bakan, birazcık dinleyen, belki baştan sona dinleyen var. Medyanın olmadığı bir ortamda ne olacak? Onların ‘’X’’ hesabından yaptıkları yayınları mı izleyecek insanlar? Yani tabii izleyen izler de, sonuçta yaptıklarını duyuracak bir medyaya ihtiyaçları var. ‘’Nasıl olsa duyulur, nasıl olsa insanlar iktidardan şikâyetçi. Parti taban çalışması yapıyor…’’ Tamam, bunların hepsinin bir anlamı var, ama bir yerden sonra yok. Ne olacak, işin içinden nasıl çıkılacak bilmiyorum. Seçim ne zaman olacak bilmiyoruz ama seçim atmosferine geldiğimiz zamanı, medyanın başına peş peşe bir şeyler gelirse, ‘’Tamam, yakında seçim var’’ diyebiliriz sanki.
Kemal Can: Medya sahipliği üzerinden yapılan operasyonlar, çok karışık işlerdi ve hep oldu. Hem böyle el koymalar, çökmeler filan yapılıyor, hem yönetimler değiştiriliyor, sahipler el değiştiriyor, çizgiler değiştiriliyor, yayın yapmaya çalışanlar baskı altına alınıyor. Korkutularak ya da başka yollarla yayın politikalarına nüfuz edilmeye çalışılıyor ve bunların envai çeşidi yine yapılmaya devam edecek. İşin böyle bir tarafı var ve bunu da tartışacağız. Ama benim daha çok dikkatimi çeken ve önemli gördüğüm başka bir şey var. O da, bu ‘’muhalif medya’’ tanımından kaynaklanan bir sorunla ilişkili. Bu medya organları büyük ölçüde, kendisini izleyen seçmen grubunun duygusal tatminine kurgulanmış yayın politikaları yürütüyorlar. Yani şunu söylemek istiyorum: Kanaat oluşturmaktan, olanı anlamaya çalışmaktan, haberler aracılığıyla neden-sonuç ilişkisini kurabileceği canlı tartışma alanları yaratmaktan ziyade, biraz ruhlara serinlik verecek, ‘’Çok güzel söyledi’’ diye, her biri artık bir performans sanatçısına dönüşmüş birtakım yorumcuları takip ettikleri, herkesin kendi sevdiği, meşrebine göre, tarzına göre tuttuğu, tıpkı bir sanatçı beğenir gibi, onun programını, bunun programını izlediği bir dönemde, bu, güçlü bir muhalefet hareketinin siyasi motivasyonu için çok yeterli bir medya yaklaşımı değil. Bunun yanı sıra, bir başka sorun daha var: Bazı medya kuruluşlarının, tâbir yerindeyse, başlarını fazla derde sokmamak için, bu profili oldukça seçerek yayın yaptıklarını görüyoruz. Kendisine ‘’muhalif kanal’’ diyenlerin bazılarında, hatta çok izlenenlerinde, bazı yorumcuların CHP'nin veya Özgür Özel'in yürüttüğü muhalefet aksının çok uzağında olan bir düşünce dünyaları var. Şimdi isimlendireyim, açıkça söyleyeyim: Bir ara Turhan Çömez Özgür Özel'den fazla çıktı bu televizyonlara.

Ruşen Çakır: Evet, hâlâ öyle.
Kemal Can: Bunlar hesapta iktidar tarafında da, seçmen nezdinde de CHP medyası. Ama CHP medyasına bakıyorsun, eski siyasetçi diye çıkan adamların neredeyse tamamı, şu anda bazı partilerin yöneticisi. Her programda en az bir tane böyle konuk var. CHP adına konuşanların da önemli bir kısmı yine başka partilerden CHP'ye katılmış birtakım aktörler. Eğer başka kesimlere seslerini duyurmayı, oraya çıkardıkları konuklar üzerinden izleyici profilini genişletmeyi düşünüyorlarsa, bu durum buna fayda eden bir şey değil. Çünkü oradan alıp, başka mahalleden getirip yorum yaptırdığınız insanlar, o mahalleye doğru konuşmuyorlar; gelip sizin mahallenize doğru konuşuyorlar.

Ruşen Çakır: Hatırlıyor musun? İzmir'de Kemal Kılıçdaroğlu'nun mitingini beraber izlemiştik. Meral Akşener çıkmış “Evde bir oy CHP'ye, bir oy İYİ Parti'ye” demişti. Miting alanında diyelim ki 20 bin kişi var idiyse ve onlara sorsaydık, herhâlde bunların 18 bin 500'ü CHP'liydi.
Kemal Can: Bu alışverişten kim kârlı çıkar? Sen demin yüzdeleri verdin ya; CHP’nin oy oranı hem PanoramaTR’nin araştırmasında hem de çeşitli araştırmalarda %40'a yaklaştı. Hadi %30 olsun. Yüzde 5 alan bir partinin temsilcisinin, %30 olan bir partinin çok sadık izleyicisine, her akşam konuşma lüksü var.

Ruşen Çakır: Evet, tabii.
Kemal Can: Burada acaba şimdi Halk TV'de konuşan bir başka parti temsilcisinin, kendi seçmenini CHP'ye taşıdığı düşünülebilir mi? Yani mesele sadece patronlar meselesi değil, bir yaklaşım meselesi var. Üçüncü bir nokta daha var. Birincisi, tribün tatmini üzerine kurulmuş yayın politikasını söyledim. İkincisi, kanaat oluşturan sözcülere ilişkin seçimler. Üçüncüsü, çok abarttığınız zaman çok güçlü şeyler söylemiş olmuyorsunuz. Mesela, ‘’Ekonomi konuşalım, çünkü Türkiye’de çok ciddi bir ekonomik sorun var. Bunu konuşalım, en önemli gündem bu. Bunun dışında konuşulan her şey aslında boş’’ cümlesi çok söyleniyor ki hakikaten öyle. Gerçekten öyle. Tamam, güzel. Bu, ‘’Her akşam bir muhabiri bir pazara gönderin. Pazarda iki tane emekli teyze ve amcayla konuşsunlar. Onlar da, ‘Alamıyoruz, çok pahalı’ desinler’’ demek değil. Bundan gecede 25 tane gösterirseniz, daha radikal, daha sert bir muhalefet yapmış olmuyorsunuz. Bu, ekonomiyi konuşmak da olmuyor.

Ruşen Çakır: Evet, gaz alıyorlar.
Kemal Can: Tam tersine, ‘’niye böyleyiz?’’ konusunda, o yakarışa, o siteme mesafeli duranların da kafasını değiştirebilecek, onları da etkileyebilecek bir şey söylemen lazım. Bir neden-sonuç ilişkisi söylemen lazım, yolsuzluk çarklarını, bilmem neleri anlatman lazım. Neden ekonomik tercihler konusunda böyle bir yol izlendiğini veya başka bir şeyi anlatman lazım. Ama sonuçta, aynı şey temcit pilavı gibi ve sürekli abartarak… Mesela, üç haftada bir, ‘’dolar patlayacak’’ kehanetiyle bir programa konuk olan birtakım ekonomi yorumcularını biliyorum. Mesela üç sene içerisinde ‘’Şu uzman elli kere tarih verdi, dolar patlayacak’’ ya da ‘’Altın bilmem ne olacak’’ yayını yapanları biliyorum. Sürdürülebilirlik meselesini seninle defalarca konuşmuşuzdur. ‘Bu iktidar, bu dolar seviyesiyle bir yıl daha ayakta kalamaz,’’ Boş tencere iktidar götürür.’’ Bunlar böyle söylenince, bu, kuvvetli bir laf etmek anlamına gelmiyor. Bunu da söylemiş olayım. Dolayısıyla, sahipleri, çizgileri ayrı, ama muhalefet etmenin de seviyesini medyasıyla, siyasetçisiyle bir yükseltmek lazım.

Ruşen Çakır: Nereden gazeteci olduk ya? Evet, ‘’Haftaya Bakış’ı ‘burada noktalıyoruz. İzlediğiniz için teşekkürler. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.
Kemal Can: İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
14.12.2025 “Meşe”den sonra “İlke”den de oldum, gizli tanıksız kaldım!
13.12.2025 Dile kolay 4600 gün: İBB davası bitmeyeceğe benziyor
12.12.2025 Sağcılığı suçlamak ne zaman suç oldu?
11.12.2025 Habertürk’ün laneti
10.12.2025 Dile kolay 2 bin 962 gün
09.12.2025 İmamoğlu yargılamaları: Savunma saldırıyor
08.12.2025 Fatih Altaylı haklı mı? İş dünyamız korkak mı?
07.12.2025 Hayır, boşuna çiğnemedik
06.12.2025 Fethullahçılık varlığını nasıl sürdürebiliyor?
05.12.2025 Türk’ün Türk’e, Kürdün Kürde propagandası
14.12.2025 “Meşe”den sonra “İlke”den de oldum, gizli tanıksız kaldım!
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı